18 Ekim 2010 Pazartesi

istanbul'da güneşli bir pazar ve elime takılanlar

Pazartesi günleri, daha doğrusu "hafta başı" kavramı beni hep germiştir. Pazar saat 15.00 - 16.00 civarı bana basmaya başlarlar. Bir bilinmezliğin başlayacağının ilk sinyallerini verir pazar günleri. Yarın hangi müşteri sinirimi bozacak, kimleri öldürmek isteyip öldüremeyeceğim, hangi gerizekalının k.çını toplamam gerekecek, eve kaçta gideceğim, trafikte kime arkadan çakasım gelecek vs diye başlayan düşüncelerle bunalıp pazar akşamının da keyfini çıkaramaz bir hale gelirim. Ama dün ne hikmetse hava muhteşemdi. Hiç beklenmedik bir günde hiç beklenmedik güzel bir sıcak vardı. Anında kendimi sahile ışınladım. Gazetelerimi aldım, eşofmanımı çektim, güneş gözlüklerimi taktım. Pazartesi sabah erkenden ajansa gitmeme gerek kalmaması için işlerimi de yanıma alıp şöyle bir yelleneyim dedim.

Ciks! mekanlardan Happily Ever After'da sabah 10.00'da kurulu verdim. En eğlendiğim anlarda tam o sırada başladı. Gelene gidene baktım. Ne giymişler, ne yiyorlar, ne konuşuyorlar, neye gülüyorlar diye pür dikkat etrafı kesmeye başladım. Önce yan masama yaklaşık 18-19 yaşlarında, ayağına15 cm yüksekliğinde topuklu geçirmiş, yüzünü gözünü boya kovasına sokmuş bir kız geldi. Sonra yanına gelen arkadaşı ondan daha topuklu ve boyalıydı. Bir sonra ki ise ondan da daha topuklu ve boyalıydı. Sabah sabah ne bu hal? neye yetişmeye çalışıyorlar diye içimden geçirdim. Başladılar konuşmaya malum konulardan. İstabul'un yeni yetme erkekleri. Gece ona gitmiş onda kalmış. Çocuk aramamış hala ne kadar gıcık olmuşta falan filan. Ulan sabah 10.30. Kalkmışsın gelmişsin (muhtemel bir de evine uğrayıp yeni boyalarını sürüp - 2 gün aynı kıyafeti giymemek üzere üstünü değişmişsin), hemen neden arasın çocuk dedim. Zaten evinde de kalmışsın. Sabah hemen seni özlememiştir, hatta muhtemelen daha da aramayacak demek istedim ama tabii ki diyemedim. Sonra öbür kız lafa girdi (2. en yüksek topuklu olan). Hemen evine gitme bir kaç gün daha bekle dedim sana dedi. O yaşından çok görmüş geçirmiş tavrıyla hafifte arkadaşının annesi rolüne bürünerek. Gayet desibeli yüksek bir şekilde "kendini ağırdan satmalıydın. Ama sakın şimdi arayıp mesaj atma. Bir kaç gün bekle" dedi. Aramazsa mutlaka bir kaç güne arayacakmış diye de basa basa söyledi. En yüksek topuklu olan ise sonunda iki kelime etmeye karar vererek dedi ki; "Evde bir eşyanı bıraksaydın arayacak bir bahanen olurdu, ya da onun seni araması için bir neden".

Haydaaaa.. Bir reklamcı olarak ben bile bu kadar stratejik düşünmüyorum dedim kendi kendime.
Bir yandan da bir karış genç kızın (küçük kadıncıklar da diyebiliriz) bu hal ve hareketleri beni gerdi. Bir gıdım boyuyla herifi bağlamak için, sabah sabah gözünü açar açmaz diğer topuklularla bir araya gelip durum kritiği yapan istanbul'un küçük kızları. Vah gelene, ah gidene...Hoş! kaç yaşında olursan ol bu mıç mıç erkek ve kız muhabbetleri beni oldum olası rahatsız eder. Ne yaşayacaksan yaşa ama kendin yaşa. Günün sonunda şu bir gerçektir ki her şey yaşında ve dozunda güzeldir... Ama kaç yaşında olursan ol sağduyusunu ve kalitesini eksik etmemeli bir kadın. Kısacası bu topuklu masa sadece bıcırık erkeklerinden bahsedip stratejik düşünmeye çalışarak birbirlerini teselli ettiler. Doğal olarak ta beni baydılar ve kulaklarımla gözlerimi başka masalara çevirmeye karar verdim. (Haaa bu arada kızların her birinin çantası aynıydı. Sadece renkleri farklıydı. Bu koloni hayatı nedir istanbul'da bunu da anlamıyorum. Kendine ait tarzı olan insanların popülaritesi neden bu kadar az?)
Karşı masamda ise bir çift vardı. Belki 2 saat boyunca tek kelime etmediler. Ya tabaklarına ya da etraflarına baktılar. Tam ne kadar sıkıcı ve garip bir çift diye düşünürken ellerinde nişan yüzüklerini gördüm ve yıkıldım. 
Kesinlikle kavgalı değillerdi. Sadece konuşacak bir şeyler bulamıyorlardı. Tam o sessizlikte kız bir kere "hap..hap.. hap" diye hapşurdu. Oğlan önce omletinden bir çatal aldı. Sonra onu çiğnedi, yuttu ve gizli bir şey söylüyormuş gibi kısık bir sesle "çok yaşa aşkım" dedi. "Aşkım" sevgi dolu, enerjisi olan bir kelimedir ya bir ortama ve bir adamın ağzına bu kadar oturmadığını hiç görmemiştim. "Zor-la-ma" !!! Bence ya match making başarısızlığı ya da ailelerin birlikteliğinden doğan umutsuz ama keselerini ağırlaştıracak bir çift olabilirler gibime geldi. Zımbırtıoğullarının kızıyla Kabzımancı'ların oğluyla bu kış 4 Seasons'ta çok para dökülecek bir düğünün çifti olabilirler. Mal gibi duran ve gık diye "evet" diyen bir çift görürseniz kesinlikle bu çift olacaktır. 
Ez cümle ben de 3 satır toparlamanın dışında adam gibi bir iş yapamadan, sabah sabah 2 kadeh bellini içerek evimin yolunu tuttum. Güzel bir dvd ve erken uykuyla ajansa sabah 7'de gelerek işlerimi toparladım. Herkese güzel bir hafta dilerim.